Allah (CC), Bakara suresi 216. Ayetinde “Sizin şer bildiklerinizde hayır, hayır bildiklerinizde şer vardır” diye buyurmaktadır. Gerek özel hayatımızda gerekse toplum hayatında bu ayeti kerimenin gücüne o kadar çok rastlarız..
Allah (CC), Bakara suresi 216. Ayetinde “Sizin şer bildiklerinizde hayır, hayır bildiklerinizde şer vardır” diye buyurmaktadır. Gerek özel hayatımızda gerekse toplum hayatında bu ayeti kerimenin gücüne o kadar çok rastlarız ki, şaşırmamak elde değildir. Elbette ki Allah-u Teâlâ yoktan var, vardan yok ettiği gibi, olanları ve olacakları önceden bilendir.
Yaklaşık beş bin yıldır millet gibi yaşayan Türklerin tarihine baktığımız zaman birçok badireler atlattığımızı görürüz. Beş bin yıllık millet olma sürecimizde hep devlet olarak yaşadığımız, birçok devlet kurup birçok devleti yıktığımızı, yıkılan Türk devletlerinin birçoğunun dışarıdan gelen saldırılarla değil, kendi ellerimizle yıktığımızı tarih sayfalarından okuyoruz. Bu bağlamda uzak uzak tarihimizi değil de son yüz yıllık tarihimizi, masa üstüne yatırıp biraz irdelemek istiyoruz.
Fransız Devrimi, dünyadaki imparatorluk coğrafyalarını ve dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğunu da sarsmıştır. Bu durum, Osmanlı Devletini kuran Türk milleti için belki de çok büyük bir kayıp ya da hüzün sebebiydi. Lâkin, Türk milleti için hüzün üç yüz yıl önce başlamıştı. Diğer taraftan baktığımızda ise, Fransız Devrimi, belki de üç yüz yıldan beri unuttuğumuz ya da unutturulmaya çalışıldığımız Türklüğümüzü bize yeniden hatırlattığı için hayırlı olmuştur. İşte burada Allah’ın (CC) “Sizin şer bildiklerinizde hayır hayır bildiklerinizde şer vardır” ayeti kerimesinin hikmetini, gücünü, haklılığını kavramamız gerek.
Doğrudur, 30 Ekim 1918, bir başlangıcın sonudur. Lâkin, bu tarih aynı zamanda da hayırlı bir sonucun başlangıcıdır. Bu sonuç, 19 Mayıs 1919’da Samsun ufuklarında parlayan bir güneşin, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Kocatepe’de göklere yükselen “Ya iştikak ya ölüm!” haykırışının bir başlangıcıdır. Bu sonuç, 23 Nisan 1920 tarihinde, Ankara’da dualarla TBMM’nin açılışını, ümmet devleti değil, millet devletinin kabulünü ve sonuç olarak 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’in ilanını getirmiştir.
Yüz yıl önce İngiliz mandasını kabul ederek, İngilizlerin oyunu ile Milli Devlete giden yolun önünü tıkamak isteyen, işgalci generaller önünde esas duruşa geçip, “İşgal ettiğiniz topraklarda bir devlet kurun ve Bursa şehrini de başkent yapın. Yeter ki İstanbul’da bize dokunmayın. Vatikan modeli İstanbul olarak biz de size bağlı kalalım” gibi şerefsiz bir teklifi işgalci Yunan komutanına sunan şeref yoksunu sahtekârlar bir de kalkıp Milli Mücadele hareketini başlatanları dinsizlikle suçlamışlardı. 1923’te kurulan Cumhuriyet için etmedik söz bırakmayan bu sahtekâr cıvık zihniyetin uzantıları, sözüm ona kafalarına bir de Osmanlı fesi geçirerek, Türk milletine ve Türk devletine olan nefretlerini “Keşke Yunan kazansaydı” sözleriyle ortaya koydular. Bunların dedeleri zaten Yunan kazansın diye çabalamamış mıydı?
Seksen yıl boyunca, milletimizin dini hassasiyetlerini de sömüren bu din istismarcıları, Cumhuriyeti ve Mustafa Kemal ATATÜRK’ü kötülemek için her türlü argümanı devreye soktular. Seksen yıl boyunca sabah akşam küfrettikleri Cumhuriyetin nimetlerinden de faydalanarak iktidara geldiler. Dün, “Yalan söyleyen tarih utansın” dediler, Süleyman Şah’ın kabrini, yakın zamanda kırmızı halılarla karşıladıkları Amerikan uşaklarından zor kaçırdılar. Dün; “Lozan ganimet mi hezimet mi” dediler, Ege’de irili ufaklı 16 tane adayı Yunanlılara bıraktılar. Akşam sabah Atatürk ve Cumhuriyete küfrettiler, ama Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 15 yıl boyunca bütün yoksulluklara rağmen kurduğu fabrikaları, işletmeleri birer birer satıp savdılar. Bunu yaparken de istihdam adına, millilik adına bir yere tek bir çivi dahi çakmadılar. Dün, sözüm ona İslam dediler, hak hukuk adalet dediler. Bugün helali tanımadan haram yemekten, kul hakkı yemekten geri durmadılar. Hakkı, hukuku, adaleti gidip de dönülmeyen uzaklara sürgün ettiler. Cami yapıyoruz dediler, camilerin içini boşalttılar.
Ne var ki milletimize bu zilleti yaşatanları milletimizin tanıması gerekiyordu. Belki millet olarak, ülke olarak bu süreçte hem milli çıkarlarımız, hem milli ve manevi değerlerimiz açısından çok şey kaybettik. Belki de kaybettiklerimizi geri getirmek için otuz kırk yıla ihtiyacımız olacak. Lakin atalar; “Bir musibet bin nasihatten daha iyidir” diye boşuna mı söylemiş?
Ülke olarak, millet olarak bu yaşadığımız musibetleri bir şer olarak görebiliriz. İşte burada Allah-u Teâlâ (cc) Bakara suresi 216. Ayetinde “Sizin şer bildiklerinizde hayır, hayır bildiklerinizde şer vardır” demektedir. Milletimiz son yirmi yıldan beri bu musibetleri yaşamamış olsaydı, belki de Türkiye’yi ve Türk milletini selamete götürecek olan İYİLER HAREKETİNİ tanımayacaktı. Belki de, bugün milletimizin yegâne umudu hâline gelen Türkün UMAY ANASI, Sayın AKŞENER’İ tanımayacaktı. Bu millet bu samimiyetsiz zihniyeti çok iyi tanımıştır. Bu zihniyet milletimizin dini ve milli değerlerini bir daha istismar edemeyecektir. Bedeli ağır da olsa bu durum milletimiz için hayırlı olmuştur.
Millet olarak bugün sadece adaleti, hukuku, ekonomik değerlerimiz, milli servetlerimizi, liyakatı, yetim haklarını kaybetmedik. Ahlaki değerlerimizi, inancımızı, hoşgörümüzü, kardeşlik duygularımızı, bizi biz yapan milli ve insani değerlerimizi de kaybettik. Bunun için üzüntümüz büyük lakin umudumuz var.
Umudumuz, İYİLERDİR. Umudumuz, Türkün UMAY ANASI AKŞENER’dir. Umudu olanlara ve umut olanlara selam olsun!
Dr. Saadettin KOÇ
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)